11 Mart 2016 Cuma

Balık yağı ve D vitamini kireçlenmeyi önlüyor.

Balık yağı ve D vitamini kireçlenmeyi önlüyor.


Avustralya’nın Tazmanya Üniversitesi’nde görev yapan bilim adamları, dizlerdeki kireçlenmelerin tedavisi için yaygın olarak kullanılan balık yağı ve D vitamininin işe yaramadığını bildirdi.
Tazmanya Üniversitesi Menzies Tıbbı Araştırmalar Enstitüsü bilim adamları Profesör Chang Hai Ding ve Profesör Graeme Jones, dizdeki kireçlenme ve kıkırdak kaybını yavaşlatmak için kullanılan balık yağı ve D vitamini üzerinde yaptıkları klinik araştırmaların sonucunu üniversitenin resmi internet sitesinde yayınladı.
Amerikan Tıp Derneği Dergisi’nde de yayımlanan araştırmaya göre, Avustralyalı bilim adamları dizlerinde kireçlenme olan 413 hasta üzerinde araştırma yaptı. Hastaların yarısına D vitamini verilirken, diğer yarısı da plasebo verilen kontrol grubu oldu. Hastaları iki yıl sonra tekrar muayene eden bilim adamları iki grup arasında diz dejenerasyonlarında bir değişiklik göremedi.
Kas İskeleti Sağlığı ve Hastalıkları Araştırma Bölümü Profesörü Chang Hai Ding, "Bu sonuçlar, D vitamininin hastalığın ilerlemesini yavaşlattığı veya diz kireçlemesinden kaynaklanan diz ağrılarını azalttığını destekleyen bir kanıt olmadığını gösterdi. Araştırmamız D vitaminin diz kireçlemesindeki potansiyel etkilerini inceleyen dünyanın en büyük araştırmasıdır" dedi.
Enstitü tarafından yapılan bir diğer araştırmada da 40 yaşını doldurmuş ve dizinde kemik erimesi bulunan 202 kişi üzerinde denenen balık yağının kemik erimesine faydası olmadığı görüldü. Yapılan araştırmada iki grup hastanın ilk grubuna yüksek dozda balık yağı, diğer gruba da ayçiçek yağı ile birlikte düşük dozda balık yağı verildi.
Araştırmada yüksek dozda balık yağı alan hastalarda bir iyileşme olmazken düşük dozda balık yağı ve ayçiçek yağı verilen hastalarda ise iyi yönde gelişme ortaya çıktı. Bilim adamları hastalardaki iyileşmenin ayçiçek yağından kaynakladığına inandıklarını belirtti.
Profesör Graeme Jones, "Araştırma bize balık yağının kireçlenme semptomlarında etkisiz olduğunu gösteriyor" dedi.
Karıştırılan yağın ağrıların giderilmesinde daha etkili olmasının kendileri için sürpriz olduğunu kaydeden Jones, "Bu da muhtemelen ayçiçek yağından kaynaklanıyor. Bu bize yüksek oleik asit içeriğinin tedavide yararlı olduğunu düşündürüyor" ifadesini kullandı.
Profesör Jones, diz kireçlenmesi ve kemik erimesi tedavisinde faydalı olmamasına rağmen, genel kemik sağlığını geliştirdiği için D vitamini ve balık yağının kullanılmasında yarar olduğunu vurguladı.

8 Mart 2016 Salı

Tüp bebek ve normal gebelikler arasında


Anne ve baba adayının çocuk sahibi olabilmesi için kadının ve erkeğin üreme yetilerinde herhangi bir eksiklik ya da sorun olmaması gerekmektedir.

Bu sorunlardan bazıları; anne adayının tüplerinin tıkalı olması, rahmin gebeliğin gelişmesi için uygun olmaması, yumurta rezervlerinin iyi olmaması, baba adayının sperm sayısının yetersiz ve kaliteli olmaması, düzensiz adet döngüsü, vajinismus gibi cinsel birleşmeye engel olacak sorunlar sayılabilir.
 
Baba adayında mutlaka canlı sperm örneği bulunmalıdır. Bu spermlerin yeterli sayıda ve kalitede olması gerekir. Bu spermlerin aynı zamanda vücut dışına çıkabilmesi de gebelik oluşması için gerekli faktörler arasındadır.
 
Tüp bebek ve normal gebelikler arasında herhangi bir fark yoktur!
 
Erkek ve kadında üreme yetilerine göre tüm koşullar mevcut ise bir sene içerisinde gebelik gerçekleşecektir. Bu durumda anne adayı düzenli ve korunmasız cinsel ilişki ile bir sene içerisinde hamile kalabilir.  Şayet kadın bir sene içerisinde gebe kalamıyor ise, bir sorun olma riski gözardı edilmemeli ve zaman kaybetmeden bir doktora başvurmak gereklidir.
 
Tüm faktörlerin değerlendirilmesi ardından uygun bir tedavi programına başlanır ve ardından tüp bebek yöntemi ile gebelik sağlanabilir. Şayet tedavi ardından gebelik sağlanabiliyor ise, normal gebelik ve tüp bebek arasında herhangi bir fark olmayacaktır. Tüp bebek tedavisinde gebelik oluşması için tıbbi bir yardımda bulunulur ve ardından normal gebelikler gibi gebelik gelişir ve doğum gerçekleşir. Normal bebekler ve tüp bebekler arasında da herhangi bir fark yoktur.

7 Mart 2016 Pazartesi

Menopoz nedir?

Menopoz nedir?

Kadınların biyolojik sorunu olan menopoz kaçılmaz bir olaydır. Kadınların 40 yaş sonrasında bekledikleri bu durum değişik sonuçları beraberinde gerekmektedir.

Doğal bir biyolojik süreç olan menopoz, son adet döneminden 12 ay sonra ortaya çıkan, adet görmenin ve doğurganlığın kalıcı sonudur.

Menopoz sonrası doğurganlık bitmesine rağmen cinsel hayat normal olarak devam edebilir. Ancak bu dönem süresince yaşanan hormonal değişimler, özellikle östrojen hormonu seviyesinin düşmesi bazı fiziksel ve duygusal belirtilere yol açar.

Ataklar şeklinde görülen sıcak basması ve gece terlemeleri menopozun en yaygın olarak görülen belirtileridir. Bazı kadınlarda stres, kaygı, panik bozukluk ve uyku problemleri ortaya çıkabilir.

Menopoz, 40-50 yaş arası normal kabul edilir ( ABD ortalaması 51’dir) ancak, bu yaş aralığından daha erken veya geç olabilir.
30’lu yaşların sonuna yaklaştıkça yumurtalıklar daha az östrojen ve progesteron (adeti düzenleyen hormonlar) üretir. 40’lı yaşlarda adet dönemleri düzensizleşmeye başlar ve sonunda yumurtalıklar yumurta üretimini durdurduğunda doğurganlık sona erer.

Önemli Not: Menopoz döneminde görülen belirtilerin pek çoğu başka bir hastalığın belirtisi de olabilir. Menopoz için doğru yaş aralığında olsanız dahi başka bir hastalıktan şüpheleniyorsanız veya görülen belirtilerin normal olmadığını düşünüyorsanız bir uzmana danışmanız sağlığınız açısından en güvenli yol olacaktır.

Menopoz Belirtileri


Sıcak Basması: Menopoza bağlı olarak ortaya çıkan sıcak basması, başta yüz ve vücudun üst kısmı olmak üzere vücut genelini etkisi altına alan sıcak dalgasıdır.

Sıcak basmasıyla birlikte yüzde ve göğüs bölgesinde kızarıklık oluşabilir. Bu sıcaklık dalgaları genellikle aniden ortaya çıkar ve geçicidir. Şiddeti kişiden kişiye değişebilir.

Menopozun en sık olarak görülen belirtileri arasında yer alan sıcak basması vücudun menopoz yaklaştıkça düşen östrojen hormonu seviyesine verdiği tepkidir.

Her kadında görülmemekle birlikte menopoz dönemindeki kadınların %60-70’i çeşitli derecelerde sıcak basması yaşadıklarını belirtmektedir. Sıcak basmasının seviyesi östrojen hormonu seviyesinin ne kadar hızlı düştüğüne bağlı olarak değişir.

6 Mart 2016 Pazar

Varis nedir?

Varis nedir?
Varis nedir? varis genelde bacakta olan damarların genişlemesi sonucu kanın göllenmesi anlamına gelir. Uzun süre ayakta durma sonucu bacaklarda ağrılarla oluşur. Varis kadınlarda daha fazla görülür. Bununla ilgili bilgiler yazının devamında
Temiz kan (oksijenli kan) atardamarlar sayesinde vücudun çeşitli dokularına ve organlarına gönderilir. Burada oksijen atardamarlardan alınır ve kan tekrar toplardamarlar (genellikle kirli kan taşırlar) ile tekrar kalbe gönderilir. Kan, kalbe doğru yukarı çıkarken bu kanın geriye kaçmasını engelleyen mekanizmalar vardır. Bunların en önemlisi damarlar içindeki kanın geriye akışını önleyen kapaklardır.
Kanın ayaktan yukarı çıkmasını düşünün. Oldukça zor gibi görünür fakat vücudun hamallığını yapan bacaklar sayesinde bu işlem kolaylaşır. Baldır kasları kasılarak bir pompa görevi görür. Bu kaslar kasılınca toplardamarlar sıkışır ve kan kalbe ilerler. Kapaklar sayesinde de kan geriye kaçmaz. Eğer bu sistem bozulursa varis ortaya çıkar. Tıpta bu duruma kronik venöz yetmezlik denir. Toplardamarlar genişler, belirginleşir ve kıvrımlı bir görünüm alır. Damar duvarının desteği kaybolmuştur. Sıklıkla üst ve alt bacaktaki yüzeyel venlerde (damarlarda) ortaya çıkmaktadır.
Toplumun genelinin yaklaşık %15 ile %20’sinde alt bacaklarda mutlaka varisli damarların oluştuğu tahmin ediliyor. Özellikle 50 yaşından sonra kadınlarda ve şişmanlarda daha sık görülür. Bu durum, niçin gebeliğin alt bacaklarda damar basıncı artışına neden olduğunu göstermektedir.

VARİSİN NEDENLERİ

Varis oluşumunun nedenlerinden kalıtsal faktörler çok önemlidir. Ailede varisin olması diğer bireylerde görülme ihtimalini oldukça arttırır. Öyle ki her üç varisli hastanın ikisinde ailesel geçiş görülür. Ayrıca hormonal farklılıklardan dolayı, hamilelikte vedoğum kontrol hapı kullanımı sırasında varis daha sık görülür. Kadınlarda daha sık görülmesinin sebepleri bunlardır. Ayrıca bazı ırklarda daha fazla görülmesi varisin kalıtsal rolünün göstermektedir.
aşırı şişman kişilerde ve hamilelerde varis daha çok ortaya çıkar. Uzun süre hareketsiz ayakta duran ya da oturan kişilerde varis görülebilir. Bu durum varisin nedenlerinden biri olarak kabul edilmektedir ve mesleği gereği bu şekilde yaşayan kişilerin dikkat etmesi gerekir. Uzun süre araba ya da uçak yolculuğunun yapılması, sağlıklı kişilerde bile ayaklarda şişliğe ve toplardamarlarda yetmezliğe yol açmaktadır.
Bunların dışında sıcak su, toplardamarların pıhtılaşıp tıkanması sonucu varis gelişebilir. Sıcak banyo ve kaplıcalar varisli kişiler ve varis riski taşıyanlar için zararlıdır.

VARİSİN BELİRTİLERİ

Varis birkaç şekilde ortaya çıkar. Hepsinde aynı belirtiler görülmez. Örneğin cildin iç kısmındaki kılcal damarların kırmızı-mor renkteki çizgilerle ağ halini alması şeklinde görülen varislerde sorun sadece fiziksel görünümden ibarettir ve belirtiler çok hafif seyreder. Fakat varisin toplardamarlarda yani büyük damarlarda görülmesi sonucu belirtiler belirgin ve rahatsız edicidir. Sıklıkla bacaklarda ortaya çıkan bu tip variste, bacaklarda ağrı, ödem, kramp şeklinde ağrı, lekeler, sıcaklık hissi, toplardamarlarda tıkanıklık gibi belirtiler ortaya çıkar.

VARİSTEN KORUNMAK

Varis, hareketsiz yaşam tarzına sahip, bu şekilde uzun müddet ayakta duran ya da oturan kişilerde sık görüldüğü için mümkün olduğu kadar bu durumdan kaçınmak gerekir. Bacakların rahatlaması için ayaklar havaya kaldırılmalı ya da baldır kasları için bacakların oturarak da olsa hareket ettirilmeleri gerekir. Ayakların ve bacakların dinlenirken biraz yukarıda olması hem rahatlık sağlar hem de koruyucudur. Bunun için yatağın ayak tarafı yükseltilebilir.
Düzenli egzersiz, spor yapmak birçok hastalığı önlemede etkili olduğu gibi, varis oluşumunun da engellenmesi için oldukça etkilidir. Her gün bir saat yürümek çok faydalıdır. Bu şekilde kilo almanın da önüne geçilebilir. Unutmamak gerekir ki şişmanlık da varise neden olur.
Yüzme, soğuk su ile bacakların ovulması faydalıdır. Fakat sıcak su varisin oluşumunu ve ilerlemesini kolaylaştırır. Bu yüzden sıcak sulardan kaçınmak gerekir. Ayrıca çok dar kotlar zararlıdır. Kasların hareketini engelleyebilir. Sigara ve alkolü az da olsa azaltmak gerekir.


5 Mart 2016 Cumartesi

Vücut şeklinize göre beslenmeniz nasıl?

Vücut şeklinize göre beslenmeniz nasıl?

1-numaraUzmanlara göre resimde görüldüğü üzere 1 numadaki gibi vücudunuzun üst kısmından kilo alıyorsanız bunun sebebi fazla yemeniz.
 2-numaralı resimdeki gibi sadece göbeğiniz varsa kilo almanızın nedeni tamamen sinirsel. Stres sebebiyle şişkinlik ve hazımsızlık çektiğiniz için göbeğiniz daha şişkin de görünebilir.
 3 numaralı resimdeki basen bölgesinden kilo alanların sorunu fazla gluten tüketimi olabilir. Glutensiz gıdalar tercih edebilirsiniz.
4 numaralı resimdeki gibi ön karın bölgesinden şişmanla sorunu ise genellikle genetik yatkınlıkla ilgili. Ailenizde bu bölümden kilo alanlar var ise spor yaparak ve karın kaslarınızı sıkılaştırarak karnınızı kontrol altında tutabilirsiniz.
 5 numaradaki gibi alt kalça ve bacak bölgesindeki kilo almanın sebebi olarak kan dolaşımı problemleri gösterilebilir. Doktora başvurarak bu soruna çözüm bulabilirsiniz. 
6 numaralı resimdeki gibi vücudun orta kısmındaki kilolar hareketsizliğe bağlıdır. uzun süre oturduğunuz bir işte çalışıyor olabilirsiniz.Hareket etmeye ve spor yapmaya özen gösterin.

3 Mart 2016 Perşembe

Ms(MULTİPL SKLEROZ) nedir?

Ms(MULTİPL SKLEROZ) nedir?

Merkezi sinir sistemi hastalığı olan ms hastalığı genç insanlarda görülme oranı ve felç bırakma oranı daha fazladır.
Multipl Skleroz (MS) beyinde ve omurilikte, mesajları taşıyan sinir telleri etrafındaki koruyucu kılıfın (miyelin kılıfı) hastalığıdır. Merkezi sinir sistemi ile organların bilgi iletişimini sağlayan omuriliğin miyelin tabakası üzerindeki fiziksel tahribatın bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Kılıfın hasar gördüğü yerlerde sertleşmiş dokular (skleroz) yer almaktadır. Bu sertleşmiş alana da plak denir. Bu plaklar, sinir sistemi içinde pek çok yerde oluşabilir ve sinirler boyunca mesajların iletilmesini engelleyebilir.
MS belirtileri, şiddet ve seyir yönünden hastadan hastaya çok büyük değişiklikler gösterebilir. Bazı hastalarda değişik hastalık tabloları arka arkaya ortaya çıkar, daha sonra tam ya da kısmi iyileşme görülür. Belirtiler etkilenen sinir sistemi bölgesine göre farklıdır. Bunlar arasında halsizlik, karıncalanma, uyuşma, duyu eksikliği, denge bozukluğu, çift görme görme azlığı, konuşma bozukluğu, titreme, kol ve bacaklarda sertlik, güçsüzlük, idrar kaçırma veya yapamama, erkeklerde cinsel güç azlığı sayılabilir. Tanımlanan belirtilerin bir ya da birkaçına birlikte rastlanabilir.
Multipl Skleroz (MS) genç insanlarda nörolojik nedenli özürlülüklerde birinci sırayı almaktadır. Hastalık genellikle gençlerde, kadınlarda, sosyo-ekonomik düzeyi yüksek toplumlarda, kentlerde yaşayan eğitim düzeyi yüksek kişilerde görülen bir hastalıktır.
Hastalığın ilk belirtileri birkaç gün içinde ortaya çıkar; alevlenmeler ve düzelmelerle seyreder. Başlangıç dönemlerinde tam bir düzelme gösterirken bazen hastalığın ilerlemiş evrelerinde, az sayıda hastada baştan itibaren düzelmeler olmaksızın kötüleşme söz konusu olabilir.
Öncelikle Multipl Skleroz ölümcül bir hastalık değildir. Bu konuda yapılmış pek çok çalışma vardır. Bu çalışmalarda ortalama yaşam süresi açısından MS'lilerle sağlıklı bireyler arasında önemli bir fark olmadığı ortaya konmuştur. MS'de bulaşıcılık söz konusu değildir.
MS'li kişilerin, bazen aldıkları ilaçların etkisiyle enfeksiyon hastalıklarına karşı direnme güçleri azalır. Bu nedenle hastaların solunum yolları enfeksiyonları, idrar yolu enfeksiyonları gibi hastalıklara diğer insanlardan daha fazla yakalanma eğilimleri vardır.
MS, bir akıl ya da ruh hastalığı değildir. Oysa MS tıbbi olarak tamamen bir sinir sistemi hastalığıdır.
MS kalıtsal bir hastalık değildir. Ailelerinde MS bulunan kişilerin MS'e yakalanma eğilimi az da olsa vardır.

Yüzdeki Beyaz Lekelerin Nedenleri

Yüzdeki Beyaz Lekelerin Nedenleri

Yüzdeki beyaz lekelerin çeşitli nedenleri olabilir. Bazı nedenleri anlamak tedavide yararlı olabilir. Ayrıca, insanlarda oluşabilecek bazı durumlardan kaçınmada yardımcı olabilir.
Samyeli
Samyeli, kronik mantar enfeksiyonudur. Pitiryazis versikolor olarak da bilinir. Bu enfeksiyon normal pigmentasyona engel olarak deride renksiz yamalara neden olur. Bu yamaların rengi etrafındaki deriden daha açık veya daha koyu renkte olabilir ve genellikle de geç erkeklerde sırt ve gövde kısmını etkilemektedir. Güneş ışığı, sıcak, nemli hava, yağlı cilt ve aşırı terlemeye maruz kalınırsa bu durumu kötüleştirebilir.
Ala hastalığı (Vitiligo)
Bu hastalık, derinin melanosit pigmentasyon kaybı ile sonuçlanan bir cilt rahatsızlığıdır. Bu beyaz lekeler sanki derinin bir parçasıymış gibi hissettirir. Ala hastalığı henüz tam olarak anlaşılmış değildir ancak oto-bağışıklık sistemi hastalığı olduğu düşünülmektedir. Ancak hafif bir travma ala hastalığının ilerlemesine neden olabilir. Ala hastalığı yüz, eller ve ayaklar, dirsekler ve genital bölgeyi etkileyebilir.

Idiopathic Guttate Hypomelanosis
Yüzdeki beyaz lekeler, Idiopathic Guttate Hypomelanosis isimli bir cilt hastalığından da kaynaklanıyor olabilir. Bu durum genellikle ön kol ve baldırda 2-5mm uzunluğundaki düz beyaz lekeler ile kendini gösterir. Bu hastalık genellikle açık tenli insanları etkiler, fakat koyu tenlilerde de görülebilir. Beyaz lekeler 40 yaş üstü insanlarda daha fazla görülür
Pitiryazis Alba
6 ile 12 yaş arası çocuklarda yaygın olan bir cilt hastalığıdır. El, yüz ve kollarda görülen, normal ciltten ayırt edilmesi zor olan döküntü şeklinde bir hastalıktır. Bu döküntü, tozu andıran deri parçaları şeklindedir. Bu durumun sebebi tam olarak bilinememekle birlikte genellikle bir tür egzama olarak sınıflandırılır.Bu hastalık çoğunlukla ala hastalığı ile karıştırılır. Fakat ala hastalığın keskin sınırlar varken bu hastalıkta yoktur.http://tibbibilgiler1.blogspot.com.tr/

Yüzdeki Beyaz Lekelerin Tedavisi

Yüzdeki beyaz lekelerin tıbbi tedavisi, altında yatan asıl sebebe göre değişiklik gösterir. Tedavinin hızını artırmak ve yüzdeki görünümü düzeltmek için yapılabilecek bazı uygulamalar vardır. Bunlardan bazıları tıbbi tedavi iken bazıları da evde yapılabilecek uygulamalardır.
Tıbbi Tedavi
Clotrimazole ve miconazole gibi mantar giderici krem ve losyonlar samyeli hastalığı için kullanılır.
Ala hastalığı kolay tedavi edilen bir hastalık değildir. Yine de ışın tedavisi, doku nakli ve depigmantasyon gibi farklı tedavi yöntemleri etkili olabilmektedir.
Doktorlar ayrıca kortikosteroid, merhem ya da oxsoralen gibi topikal ilaçlar da verebilir.
Evde Uygulanabilecek Tedaviler
Yüzdeki beyaz noktalar için evde uygulanabilecek tedaviler, bu durumun sebebine göre farklılık gösterir.
Ala hastalığının tedavisi için kan akışını artıran zencefil suyu kullanımı önerilir. Tesbih ağacı tohumunun yağı etkilenen bölgeye uygulanırsa da faydası görülebilir.
Idiopathic Guttate Hypomelanosis hastalığı zararsız olduğundan bir tedaviye ihtiyaç duyulmasa da topikal steroid ve retinoid ilaçlar tedavide yardımcı olabilir.
Pitiryazis Alba hastalığının tedavisi çok gerekli olmasa da nemlendirici ya da kortizonlu kremler kullanmak lekelerin görünümünü azaltabilir.
Yüzü yumuşak sabunlarla yıkamak ve cilde haftada 2 kere bal, pirinç, zerdeçal ve andal ağacından yapılan merhemi uygulamak samyeli hastalığını tedavi edebilir.http://tibbibilgiler1.blogspot.com.tr/

1 Mart 2016 Salı

Akromegali nedir?

1. Akromegali nedir?
Akromegali, hipofiz bezinin aşırı büyüme hormonu (BH) salgılaması sonucunda oluşan bir hastalıktır. Ergenlik öncesinde ortaya çıkışı oldukça nadirdir ve bu durumda hastalığa jigantizm denilmektedir. Hastalığın klinik bulgularını ilk defa 1864 yılında Andrea Verga tanımlamıştır ve hastalığa, Yunanca karşığı ‘yüz’ ve ‘büyüme’ olan ‘prosopectasia’ adını vermiştir. Andrea Verga, hastanın otopsisinde hipofiz tümörünü de göstermiş ama bu tümörü neden değil de, hastanın erken menapozunun bir sonucu olarak değerlendirmiştir. Hastalığın bu gün kullandığımız ismi olan ‘akromegali’yi ilk kullanan ise, 1886 yılında Pierre Marie’dir.
Büyüme hormonu aşırı salgısı sonucu yüz görüntüsü değişir, kabalaşır, hastalar baş ağrısı, terleme, el-ayaklarda büyüme ve yorgunluktan şikayet ederler. Fazla salınan büyüme hormonu; kalp, solunum sistemi başta olmak üzere pek çok organı etkiler ve ölüm riskini aynı yaş grubundaki popülasyona göre 2-4 kat arttırır.
2. Bu hastalığın nedenleri nelerdir?
Akromegalinin nedenlerini, aşırı büyüme hormonu veya BH-salgılatıcı hormon salgısı ve aşırı büyüme faktörü aktivitesi olarak 3 başlık altında toplayabiliriz. Bunların içinde en sık rastlanılan grup aşırı büyüme hormonun salgısının olduğu gruptur. Hipofiz bezinde yerleşik tümörler vakaların % 98’inin oluşturur.
3. Akromegali hangi belirtilerle kendini gösterir ?
Akromegaliye sebep olan tümör çok yavaş büyüdüğü için şikayetler uzun zaman içinde yavaş yavaş ortaya çıkar. Hastalığın başlangıcı ile tanı konması arasında yaklaşık 8 yıllık bir gecikme vardır. Hastaların yeni ve eski resimlerinin karşılaştırılması tanıda yardımcıdır. Hastalığın belirtileri hem BH-IGF-1 ikilisinin dokular üzerindeki etkisine, hem de tümörün yer kaplayıcı etkisine bağlıdır. Lokal etkiler çoğunlukla genç ve agressif tümörü olan hastalarda rastlanır. Sık karşılaşılan yakınmalar aşağıdaki gibidir:
  • Ellerde ve ayaklarda büyüme, ayakkabı numarasında artış, yüzüklerin parmağa dar gelmesi
  • Yüz hatlarında kabalaşma, çenenin uzaması
  • Cildde kalınlaşma ve/veya esmerleşme
  • Terlemede artma
  • Seste kalınlaşma
  • Dil, dudaklar ve burunda büyüme
  • Eklem ağrısı
  • Genişlemiş kalp
  • Diğer organların büyümesi
  • Kollarda ve bacaklarda yorgunluk
  • Horlama
  • Yorgunluk-halsizlik
  • Baş ağrısı
  • Görmede daralma
  • Kadınlarda adet bozuklukları
  • Kadınlarda göğüsten süt gelmesi
  • Erkeklerde iktidarsızlık
4. Görülme sıklığı nasıldır, ırka, cinseyete ve yaşa göre değişir mi ?
Akromegali sıklığı 1 milyon popülasyonda 60’dır, yani nadir rastlanan bir hastalık. Her yıl 3 yeni hastaya tanı konuyor. Çoğunlukla 30-60 yaş arasındaki erişkinlerde görülür. Hastalık erkekleri ve kadınları eşit oranda etkiler. Her ırka tanımlanmıştır ve özellikle daha fazla rastlandığı bir ırk yoktur. Tanı, hastalığın yavaş seyretme karakteri nedeniyle, 40- 50 yaşlarına kaymaktadır.
5. Hastalığın komplikasyonları nelerdir ?
Hastalık tedavisiz bırakıldığında, diabetes mellitus, yüksek tansiyona sebep olmakta, hastaların kalp-damar hastalıklardan ve çeşitli kanserlerden ölümleri, kendi yaş grupları ile karşılaştırıldığında iki kat artmaktadır.
Aşırı BH salgısı, hastaların % 80’inde insülin direncine, % 40’da gizli şekere, % 10-25’inde de şeker hastalığına sebep olur. Şeker metabolizmasındaki bozukluk akromegalinin tedavisi ile düzelir, fakat tam düzelme hastaların ancak 2/3’de saptanmaktadır.
Hipertansiyona hastaların 1/3’de rastlanır. Hastalığın tedavisi ile birlikte hipertansiyonda iyileşme olmakla birlikte tam düzelmeye rastlanmaz.
Kalp hastalıklarına akromegali tanısı almış hastaların en az 1/3’ünde rastlanır ve kalp-damar hastalığı en büyük ölüm sebebidir.
Kalp damar hastalıklarının yanında, akromegali hastalarında artmış barsak, prostat, tiroid ve meme kanseri bildirilmektedir. Bazı yazarlar, 40 yaş üzerindeki akromegali hastalarının her 3 yılda bir kolonoskopi ile incelenmelerini önermektedirler.
6. Tanısı nasıl konmaktadır ?
Akromegali bulgularının çok yavaş ilerlemesi nedeniyle tanı hastalık başladıktan yıllar sonra konulmaktadır. Şüphenilen durumlarda, başvurulan yöntemler biokimyasal olarak BH-IGF-1 aksının fazla çalıştığının gösterilmesinden sonra sella MR ile tümörün görüntülenmesidir. Insülin benzeri faktör-1 tarama testi olarak iyi bir test olmakla birlikte, IGF-1 yüksekliği saptanan hastalarda 75 gr ile OGTT yaparak BH’unun baskılanabilirliğinin tespiti aktivite için gereklidir. Normal şartlar altında OGTT’de en düşük büyüme hormonu 1 ng/dl altında kalır, oysa aktif akromegalide BH 1 ng/dl üzerindendir.
Prolaktin ve diğer hipofizer hormonlarının tayini ile diğer akslarda olası eksikliğin tespiti ve varsa PRL’in yüksekliği de tespit edilmelidir.
Hastanın eski fotograflarının yenileriyle karşılaştırılması da tanıyı destekler.
7. Tedavi yöntemleri nelerdir ? Kesin tedavi mümkün müdür ?
Tedavinin amacı artmış olan büyüme hormonu seviyelerinin normale indirilmesi, büyüyen tümörün sebep olduğu baskının ortadan kaldırması, normal hipofiz fonksiyonlarının devamının sağlanması ve hastanın şikayetlerinin giderilmesidir. Tedavi seçenekleri cerrahi, ilaçlar (oktreotid, lanreotid), dopamin agonistleri (bromokriptin, kabergolin) ve büyüme hormonu reseptör antagonistidir (Pegvisomant). Klasik radyoterapi etkisinin 10 yılda ortaya çıkması, ikincil kanser gelişme riski ve optik kiazmaya olabilecek hasarlar sebebiyle bugün için tercih edilen bir yöntem değildir. Cerrahi ile mikroadenomu (tümör boyu< 1 cm) olan hastalarda büyüme hormonun salgısını % 80 hastada kontrol altına alabilirken, makroadenomu (tümör boyu > 1 cm) olan hastalarda bu oran % 50’ye inmektedir. Cerrahinin üstünlüğü hızlı etkisi, tek seferlik maliyet ve yukarıda verilen oranlarda kalıcı etkisidir, fakat cerrahinin de bazı komplikasyonları vardır. Akromegali sebebiyle transsfenoidal adenomektomi geçiren hastaların % 10’da yeni hipopituitarism, %2-3’de diabetes insipidus, % 6’sında lokal komplikasyon, %1’de kranial sinir hasarı görülebilir.
Günümüzde halen cerrahi birinci seçenek tedavi olmakla birlikte, uzun süre etkili somatostatin anologlarının kullanıma girmesi cerrahinin kontrindike olduğu veya yaşlı hastalarda birinci seçenek tedavi olarak değerlendirilmektedirler. Somatostatin analogları ile % 65 vakada GH haftalar içinde kontrol altına alınabilir, hastaların % 70’inde IGF-1 normalleşir. Hipopituitarism gelişmemesi, hızlı ve süregen etki somatostatin analoglarının üstünlüğüdür, fakat tedavi şeklinin injeksiyon şeklinde gerçekleştirilmesi, % 25 hastada safra taşlarının oluşması bu tedavi şeklinin zayıf noktalarıdır. Uzun süre etkili somatostatin analoglarının geliştirilmesi ile injeksiyon aralığı 28 günde bire çıkarılmıştır fakat yüksek maliyet nedeniyle halen somatostatin analogları akromegelinin birinci tedavi seçeneği değildir

Yara izlerini geçirmek için




Yara izleri nasıl geçer ?

Yara izleri hayatımız boyunca çeşitli vak’alar sonucunda cildimizde kalır. Bu yara , çizik , yanık gibi izler bazen dış görünüşümüzü etkiler ve kendimizi kötü hissetmemize neden olabilir. Sizlere aşağıda anlatacağım doğal çözümler sayesinde zaman içerisinde cildinizde oluşmuş lekeler , yara izleri ve yanık gibi izleri nasıl geçireceğiniz hakkında yararlı olacağını düşünüyorum.

Yara izlerine limon tedavisi

Yara izlerine limon tedavisiYara izlerinin olduğu bölgeye limon sürebilirsiniz. Limon içerisinde hidroksi asit sayesinde , cilt üzerindeki ölü hücreler temizlenir ve yeni hücreler oluşur.
Limon aynı zamanda bir ağartıcı olduğundan dolayı , yara izlerinin rengini açar. Böylece yara izlerini hafifletir ve zaman içerisinde düzgün ve duyarlı olarak uygulandığı sürece yara izleri günden güne azalacak ve sonunda görüntüsünü kaybedek ve böylece limon ile yarayı doğal bir çözüm yolu ile tedavi etmiş olursunuz.

Limon tedavisi nasıl uygulanır?

Limon tedavisi uygulaması şu şekilde olmaktadır; Yara izinin bulunduğu bölgeyi hijyen açısından iyi temizlemeniz gerekmektedir. Daha sonra bir çay kaşığı limon suyunu pamuğa dökerek , yara izinin olduğu bölgeyi ovun. Ovma işlemi bittikten sonra limon suyunun yaklaşık 10 dakika kadar cildinizde kalmasını sağlayın. Ardından cildinizi temizleyebilirsiniz. Yaklaşık 1 ay boyunca günde 2 kere uygulayabilirsiniz.

Bal ile yara tedavisi

Bal ile yara tedavisi yönteminde kullanacağınız balın saf ve gerçek olduğundan emin olmalısınız. Aksi taktirde istediğiniz sonucu alamazsınız. Bal aynı zamanda doğal bir nemlendiricidir. Yaraların tedavisinde doku yenilenmesini hızlandırır ve cildinizdeki yaraları tamir edici özelliğe sahiptir.
Bal ile yara tedavisi uygulaması
  • 2 çay kaşığı gerçek bal ile 2 çay kaşığı kabartma tozunu bir kase içerisinde karıştırın.
  • Yaklaşık olarak 5 dakika boyunca karışım ile cildinizde bulunan yaraya masa yaparak uygulayın.
  • Sonrasında sıcak bir havluyu yara olan bölgeye koyun.
  • Havlu sıcaklığını kaybettiğinde cildinizi temizleyebilirsiniz.

Soğan ile yara tedavisi

Soğan ile yara tedavisinde soğan özü kullanmamız gerekecek. Soğan özünün yararlı tarafı iltihap önleyici ve yara izlerinin bulunduğu yere kolajen yani dokunun üretiminde salgılanan protein üretimini azaltarak yara izini minimuma indirir.
Soğan ile yara tedavisi uygulanışı
  • Yara izinin bulunduğu bölgeye soğan özü sürülerek ovulur.
  • Soğan ile yara tedavisi uygulamasından ciddi sonuçlar almak istiyorsanız , günde en az 1 kere ve 1 ay boyunca uygulamalısınız.
  • Ancak hassas bir cilt yapısına sahipseniz, bu uygulama siz göre olmayabilir. Eğer cildinizde bir yanma veya kızarıklık olursa uygulamayı kesmelisiniz.

Salatalık Kremi ile yara tedavisi

Salatalık genel olarak cilt bakımında kullanılan doğal çözümlerden bir tanesidir. Özellikle cildi yumuşatması ve diri tutması amacıyla kullanılır. Salatalığın cilde diğer yararı ise salatalık içerisinde bulunan asitik sayesinde cildi tahriş yapma olasılığının çok az olmasıdır. Kısacası salatalık ile yapılacak uygulama sonrasında cildiniz aksi yönde hiç bir tepkime vermez ve her cilt tipi için kullanılabilir.
Salatalık kremi nasıl hazırlanır?
  • Salatalıkları bir kase içerisine doğrayın ve 4-5 dakika kadar blender da püre haline getirin. Ayrı bir kase içerisine bir yumurta koyun ve daha sonra salatalık ile yumurtayı birleştirin.
  • Hazırlamış olduğunuz kremi cildinize uygulayın. Özellikle yara bölgesine uyguladıktan sonra 20 dakika kadar bekletin ve ardından cildinizi temizleyin.